Bir zamanlar doğduğum toprakların yüksek yerleşim yerinde bir söylence; Kara Recep Efsanesi dolaşırdı. Annelerin, ninelerin kurtarıcısı sayılırdı bu hikaye. Gece çökünce Paşaköy’ün üzerine, gecenin derinlerinden ötmeye başlayınca İshak kuşu, bir acayip avlamaya başladı mı köpekler, oyuna doymayan çocukları evlerine çağırırdı büyükler.
Yaşlı dut ağacının olduğu kerpiç evdeki çocuğun kaderi ve karakteriydi sınırsız oyunlar içerisinde kaybolmak. Oysa sınırlıydı çocukların bile oyun oynama zamanları. Bir çağırırdı ninesi, iki, üç derken gelmezdi terleriyle beslenmiş çocuk. O zaman başvururdu evin en yaşlısı olan nine Recep’in efsanesine;
- Kara Recep geliyor! Geçen gece Kara Recep’i buralarda görmüşler kızanım. Böyle der demez yaşlı dut ağacının altında büyüyen çocuk kaçarmış içeriye. Bir tek Kara Recep Efsanesi korkuturmuş onu, gece karanlığı içerisinde gece kuşları öterken, gelecek diye karanlıkların içinden kara bir adam…
Zaman nehri durdurulamaz bir şekilde akıp geçerken, bildik tüm nehirler, dereler kendi içerisinde menziline kavuşurmuş… Efsaneler de anlatıldıkça, abartıldıkça yaşarlarmış! Atlantis, Kral Midas, Zümrütü anka Kuşu, Medusa efsaneleri de böyledir; dilden dile, zihinden zihne akıp geçmiş, insanlık mirasına yerleşmiştir.
Kara Recep Efsanesi, bir gün Kara Recep’in ortaya çıkmasıyla mum gibi sönüvermişti. Kadir Bey’in Çiftliği denen yere gitmiş iki ergen çocuk. Yılmaz, amcaoğluna seslenmiş;
- Tanıyor musun şu adamı?
- Karşıdaki küçük, kara-kuru olanı mı?
- Evet
- Hayır tanımıyorum?
- Hani küçükken korktuğumuz Kara Recep odur işte!
- Kara Recep mi?
- Evet
Dut ağacı altında, binlerce Paşaköy gecesi içerisinde Kara Recep Efsanesini dinleyen çocuk şaşırmış önce. İnanmamış, ufak tefek viran görünüşlü adamın bir efsane kahramanı olduğuna.
Öyle söylememişti büyükleri; Kara Recep, gece oynayan, büyüklerini dinlemeyenleri alıp kaçırmaz mıydı? Sürekli gizlenerek, saklanarak, köylerin en zengin olanlarına haber salarak yaşamaz mıydı?
Bakkal Şerif ile bakkal Hasan Efendi, Kara Recep bir haber saldığında yollamaz mıydılar ona sandıklarla lokumları? Yollamazlar mıydı Recep efsanesine leğenlerle helvaları?
Bir efsane böyle mi çöker, böyle mi eriyip gider; bir mum gibi etrafını aydınlatıp, aydınlanma başlayınca, elektriğe, öğretmene, bilgiye, görgüye kavuşunca köyler; o da Ihsak Kuşu gibi gecenin içinde sessizliğin yuvasına böyle mi çekilir, göçüp gider?
Yaşı ellinin üzerinde olan insanlar bilirler lambalı zamanları. Aynı zamanda masal krallıklarının olduğu gün ve gecelerdi. Masal denen edebi tür ancak gecelere yakışırdı. Büyülü bir şeydi. Kaf Dağının ardında olanlardan da haber verirdi, denizlerin, okyanusların ötesinden de…
Derin, karlı, puslu ve poyrazlı Paşaköy gecelerinde kim bilir kaç bin tane masal anlatıldı. Kara Recep gelmesin diye çocuklar oyunlarını yarıda kesti. Bocuk denen in midir, cin mi bilinmeyen cadı gelmesin diye yenmez miydi kabak tatlıları? Recep’ten korkulur gibi korkulur, kaçınılırdı Bocuk’tan…
Karanlığı delen, geceleri gündüze üfleyen elektrik denen icat oldu. Paşaköy’ün kerpiçten evlerine, odalarına, sundurmaların voltajı az ampuller takıldı. Yolların kenarlarına çam ağacından direkler, çelik teller çekilip sokak lambalarıyla; önce cinler, periler, sonra Kara Recep, Bocuk Efsaneleri kovuldu…
Kara Recep’i görmeseydim, ufak tefek viran halini bilmeseydim; masalların masalı, efsanelerin efsanesi olarak hep yaşayacaktı çocukluk anılarımda. Meğer görmemenin, bilmemenin, fikrin, zihnin yeterince işlememenin kabullenişi ne kadar kolay oluyormuş…
Bilginin, deneyimin, sanatın, sporun toplumları Kara Recep Efsanelerini de, Bocuk cadılarının da nazikçe bir kenara çekip, korkunun değil de karnavalların içine, tiyatroya, eğlenceye katıyorlar onları…
Şimdi Hıdırellez zamanı; tazeliğin fark edilmesi, hissedilmesi ânı… Acaba çıkar mı kumdan başlar, zihinler, öter mi sabah horozu, çağırır mı ateşlerin karanlığı yardığı şen gecelere insan denen canlıyı…