Bayram nedeniyle uğradığım Kaşıkçı Köyü-Mahallesinde, batı esintisinin ve sıklıkla poyrazın hüküm sürdüğü yerde bir gün geçirdim.
Kaşıkçı’ya gelirken birkaç yerleşim yerinden daha geçiyor minibüsler. Hepsi, aynı kaderi paylaşmış insanlar; göçmenliği, yaratıcılığı çok iyi bilen, kekik kokan kırların hemen kıyıcığında onlarca, yüzlerce yılın akışı içinde, nesilden nesle aktarılıyor onların hikâyeleri.
Metin’in kullandığı minibüs, bayrama gelen insanları taşıyor. Hepsi bayram titizliği, telaşı ve neşesi içinde, özledikleri yerlere gelmenin tebessümü duyarlılığını gösteriyor.
Araç, Ahmedikli Mahallesine-Köyüne geldiğinde bir kadın ile kızı indiler. Gen kız Şoför Metin’e dönüş saatini sordu. En erken bir saat sonra köyden-mahalleden geçecek oluşu genç kızı oldukça sevindirdi. Gelince bizi arar mısın? Diye, işi sağlama bağlamak için Metin’den söz aldı.
Arkalarından baka kaldım. Bir saatliğine bayram ziyaretini, çok kısa bulmamın yanında nedenlerini hemen sorguladım. Muhtemelen, genç kızın annesinin büyüdüğü yerdi Ahmedikli. Ama genç kız için hiçbir şey ifade etmiyordur. Yaşlıların kaldığı köyler-mahalleler, yeni kuşaklara zevksiz gelse de uygar dünya; yavaş-sakin şehirleri çoğaltıyor, genişletiyor.
Ferhadanlı’ın bakımlı evleri, sokakları, bahçeleri arasından yolcuları indire indire ilerledik. Metin, yılların deneyimi, tecrübesi içinde kimseleri kırmadan istenen her noktada duruyor. Ferhadanlı Yukarı Mahalle dedikleri yere geçerken, futbol sahasının, mahalleler-köyler arası futbol turnuvası nedeniyle, gençlerin telaşı, heyecanı, hazırlıklarını gördüm.
Bayram heyecanlarını bitiren şeyler, o günün ihtiyaçlarının artık olmamasını anlamakta çok geç kaldık. Kimse, para için el öpmeye gitme telaşını, yeni kundurasını, mintanını gösterme heyecanını yaşamıyor.
Sporun, spor karşılaşmalarının bayram sıcaklığını yakaladığına tanıklık etmek, bayramları kurtarmak için çeşitli etkinliklerin kaçınılmaz bir ihtiyaç olduğunu görmeme neden oldu. Bu tür sportif, sanatsal etkinlikler, bizi daha hoşgörülü, heyecanlı, neşeli ve hareketli yapacaktır.
Kaşıkçı; otobüs Kaşıkçı’ya geldiği zaman her daim bir heyecan duyuyorum. Poyraz’ın, balkanların, Ganosların, Korudağların ve Rumeli’nin, tanıdık yüzlerin, yeni tanıyıp dinleyeceklerimin heyecanı…
Geldiğim yer; Yıldız Sülalesinin 140 yıllık mekânı. Rumeli Diyarından göç edeli, yüzyılı aştı. Gelenlerin hikâyeleri çoktan unutuldu. Unutulmayan folklorik değerlerin yanında, yaşamsal ihtiyaçların karşılanma biçimleri. Be avluda-hanede; Hanife Anayı, Rahime Anayı, Hidayet Anayı, Hüseyin Babayı, Adil Dayıyı, Recep Amcayı ve daha nicelerini tanıdım; saydım, sevdim…
Hamide ve Rabia Hatunun yaptıkları basit bir köy ocağını, dumanı tüter halde izledim. Evlerin önüne, bahçelerin kenarına ne güzel de yakışıyor. Üzerinde bulunan bir metrelik boru, baca vazifesi görüyor; dumanı çıkıyor, inceden inceye.
Sekiz on tuğladan yapılmış çok basit köy ocağının üzerinde dört tane ocak yeri var. Birisinin üzerinde fasulye tenceresi, diğerinin üzerinde ise çorba tenceresi kaynıyor. Yakacaklar çalı çırpıdan ibaret.
Basit bir köy ocağının, insanın insanlık yolunda aldığı yoldaki etkisinin büyüklüğü karşısında, bol düşüncelere daldım.
Yaşamın devam için ne kadar az şeye ihtiyacımız var. İnsandan önce hiçbir canlı, bu tür aletleri yapmadı, yapamadı. Köy ocağı, beş on tuğladan yapılmış. Toprakla sıvanmış. Dumanı ise ocak lığında yanan çalı çırpıdan ibaret!
İnsanın bütün hikâyesini anlatıyor, dumanı tüten köy ocağı. Üzerinde pişenler, yüzyılların buluşlarını, keşiflerini ve marifetlerini anlatırken; yaşama dair olan gereksinmelerimizin basitliği, bunca kuru kavgaların gereksizliği üzerine noktalar, ünlemler koydum.
Nanesi bol olan kuru fasulye, özenle sarılmış sarmalar, lezzetli Kaşıkçı çorbası; basit köy ocağının ateşi ve marifetli ellerin bildik hünerleriyle insana, yaşam enerjisi veriyor. İşte bu kadar da basittir insanın hikâyesi; doğar, gelişir ve ölür…
Nice, krallar, zalimler, şairler, yazarlar gibi; kimisi, bir şiirde, kimisi, hikâyede, evrimsel bir törenin eşliğinde yaşamaya kaldığı yerden devam eder…