Bu güzel toplum birbirine bakarak kararmaya devam ediyor. Kişioğlu kendine bakmadığı için sağlıklı kalma mücadelesi verenler de hemen göze batıyor. Nasıl; derseniz anlatayım. Bir tanıdığım evine zeytinyağı almaya başladı. Sadece salatalara değil, yemeklere, kızartmalara da kullanmaya başlamışlar. Niçin? Zeytinyağın daha sağlıklı olduğuna inandıkları için.
Bu tanıdık bir akşam akrabalarını ağırlamış evinde. Patates kızartması yaparken akrabaları erken gelmişler ziyaretlerine. Zeytinyağın kokusunu duyan akraba kişi; “ Öf bu koku da ne?” diye bir güzel paylamış, azarlamış bizim tanıdığı. O da, zeytinyağını izah etmeye kalkmış. Sonunda ne mi olmuş? Bir güzel cevabını almış; “ Bugüne kadar diğerinden yediniz de ne oldu? Şimdiden sonra zeytinyağı yeseniz ne olacak? Hem, siz ölmeyecek misiniz?”
Meşhur soru veya çıkıştır; “ Sen ölmeyecek misin? “ Azcık kendinize bakmaya başladığınız zaman; spor, seyahat, daha bilinçli beslenme; hemen en yakınınızda bu çıkışı görürsünüz; “ Siz ölmeyecek misiniz?”
Sağlıklı yaşlanma denen bir şey var. Anlamayana anlatmak çok zor olan şeydir; sağlıklı yaşama tercihi… İki büklüm, aksıra-tıksıra bir yaşam mı; yoksa hem fiziksel, hem ruhsal olarak son ana kadar zinde yaşamak mı? Sağlıklı yaşlanmanın sonucu olan şey; yaşamın her bölümünün, her yaşın değerli oluşunu hissettirir.
Meşhur bir atasözü vardır; yüzlerce yıl tecrübesi ve deneyimiyle her daim seslenir; sağlıklı yaşam gibi; “ Bakarsan bağ, bakmasan dağ” olur der bu söz… Özü, bakılmayan, hizmet edilmeyen hiçbir şeyin sağlıklı, düzenli, huzurlu olamayacağını anlatır. Tıpkı, bedenimiz de bağ-bahçe gibidir; bakmaya, beslenmeye muhtaçtır… Duyarlı ve bilinçli doktorlarımız ısrarla dile getiriyor;
BESLENME,
ETKİNLİK,
UYKU,
STRES YÖNETİMİ
Neredeyse tüm hastalıkları tetikleyen üç unsur; Yanlış beslenme, hareketsizlik ve STRES… İnanın bana sağlıksız olanı hiç kimse sevmez. Ondan hoşlanmaz. En yakınınız bile; bir an önce sizden kurtulma düşleri kurmaya başlar. Sağlık derken; hem beden, hem ruhsal sağlığımızdan söz ediyorum. Boğa gibi güçlü olsanız bile, ruhsal dengeniz yerinde değilse, çevrenize zülüm etmeye başlarsınız; belki de farkına bile varamadan…
Daha yetmişli yılların sonunda Bilim ve Teknik okumaya başladığımda hareketin evrenimiz, dünyamız ve bizler için ne büyük mucize şey olduğunu anlamaya başladım. Dünyanın saatte aldığı hızı bir düşünseniz, tam olarak hissetsek; şaşar kalır, heyecandan coşar ve o coşku içinde panikleriz… Yaşamın var olabilme mucizesidir hareket…
Nasıl ki evren bu harekete-hıza, döngünün muazzam gücü olan istikrara, genişlemeye muhtaçsa; insan denen canlı da; harekete-spora; yani aktiviteye ihtiyaç duyar. Sporun her çeşidi makbul olsa bile, herkesin yapabileceği en değerli spor; YÜRÜYÜŞTÜR…
Kendi kendinizle zararsız ve masrafsız deneyler yapabilirsiniz. Haftanın dört-beş gününü yürümeye başlayarak bu deneye başlayabilirsiniz. Yarım saatlik yürüyüşler; bir parça hareket ve istikrar neleri değiştirecek bir görün. Bir şey olmuyor diyorsanız birkaç ayın sonunda; bir kusur bulmalısınız kendinizde; hareketin kendisinden önce…
Beslenme konusundaki bilgilerin, yazılanların ve çizilenlerin sonu yok. Peki, ama nasıl yapacağız? En doğru bilgiye, görgüye nasıl sahip olacağız? Bilgi denen şey bu yüzden değerlidir. Gerçek ve faydalı olana ulaşmak için biraz çaba, biraz dikkat gerekir. Bu çabayla beslenmemizi kontrol altına alıp, yetersizliğimizi doğru takviyelerle ciddi değişimler yapabiliriz. Hatta yaparız…
Dünyanın yükünü kaldırmak için ne kadar çok insan doğdu ve öldü; hesaplayabilir misiniz? Oysa kendi yükümüzü ağırlaştırmak yerine, onu parçalara ayırıp taşımayı ve gereksiz olanları sırtlamaktan vazgeçmeyi becermek; yine kişinin altyapısı; bilgi ve deneyimiyle mümkündür.
Bugün, niçin değişim gününüz olmasın? Hep Kaf Dağının ardında aradığınız huzur; niçin sizin içinizden doğmasın?